72
İlk başta hiç kızmadım, hızla arabayı sürdüm, az kalsın bisikletli bir adamı öldürüyordum, yine de yolun çoğunda hep sırıttım.
70
Geçmişe dönüp de, düşüşten sonraki Adem gibi, ışıklı manzarayı, Phraxos'un tuzunu ve kekiğini düşünür gibi Bourani'deki olayları, hiç olmayabilecekken başıma gelmiş olanları düşünüyor ve kendimi bula bula yılgın bir Londra gününün batımında buluyordum, Conchis'i bana vermiş olduğu rolden affetmekten olduğu kadar, tüm bunların hiç yaşanmamış olmasını dilemekten de acizdim.
65
Alabildiğine duygusal bir çöl uzanıyordu önümde, Lily'nin zihnimde, Alison'ın ise gerçek hayatta ölmüş olmaları yüzünden bir daha kolay kolay aşık olabileceğimi sanmıyordum.
61
Conchis'in çevirdiği bütün o dolaplar, bütün o fiziksel, teatral, cinsel ve psikolojik oyunlar beni bu noktaya getirmek içindi; ve şimdi onun gerillaların önünde durduğu konumdaydım, adamın beynini dağıtamayacak bir konumda; eski borçların tahsilatının ne zaman nerede yapılacağı belli olmuyordu, dahası ödenecek bedel de değişiyordu.
57
Büyücülük üzerine yazılmış bir Amerikan kitabı ve belli bir yeri işaretlemek için arasına konmuş bir mektup.
55
Görünüşten ibaret bir parça gururumu muhafaza etmek adına, hendeğin karşısındaki basamaklara kadar yürüdüm; ama oraya varınca kendimi daha fazla tutamayıp, koştura koştura inerek diğer yana çıktım.
54
Gözlerim denize dikili, onun hâlâ bir yerlerde olduğu düşüncesinden nihayet vazgeçmeye zorladım kendimi, hafızalarda da olsa, hâlâ hayal meyal yaşıyor, nefes alıyor, bir şeyler yapıyor, hareket ediyordu, gel gör ki etrafa saçılmış bir kürek dolusu külden ibaretti; kırık bir halka, biyolojik bir son, gerçekten sonsuz bir kopuş, bir zamanlar karmaşık olup da şimdi ufaldıkça ufalan bir nesneydi, boş bir sayfanın üzerine düşen kurum lekesi dışında geriye hiçbir şey kalmamıştı ondan.
52
Yüzüne Allison'ın öldüğünü ve bunun en çok Julie'yi hayatıma sokmasından kaynaklandığını haykırmak istedim.
51
"Alison Atina'dan döndüğünde perişan bir haldeydi, ama bu konuda hiç konuşmadı, bu yüzden bunun kimin hatası olduğunu bilmiyorum."
50
Bana üç mektup vardı; biri Rodezya'daki dayımın yazdığı nadir mektuplardan biriydi, diğeri Atina'daki İngiliz Kültür'ün gönderdiği haber bülteniydi; üçüncüsü de...
49
Bizler onun Leicester kumpanyası, çok özel tiyatro topluluğuyduk sanki; ama "deney"ine Heisenberg ilkesini de dahil etmiş olabilirdi pekâlâ, böylelikle oyunun büyük bir kısmı hem bir gözlemci-röntgenci olarak onun için hem de gözlemlenen insancıklar olarak belirsiz kalıyordu
46
Ama arkamızdaki ağaçların arasına gizlenen bir çift gözün varlığı görmezden gelinecek gibi değildi.
45
Gözbebekleri, o bembeyaz aklarının gerisinde kapkara görünüyordu - gözü üzerimde olan bir maske, beni seyrediyordu.
44
Conchis durdu ve iki hafta önce ben Julie'nin yanından ayrılırken, onun nasıl durduğunu hatırladım; bu durumun bir ön yankısı gibiydi.
35
Yanına ulaşmak için çam iğnelerinden halının üzerinde yürürken -koyu mavi pantolonu ve ondan biraz daha koyu mavi balıkçı yaka kazağıyla kıyafeti, her zamanki gündüz kıyafetlerinden daha resmiydi- ona karşı tetikte olmaya karar verdim, ki onun o sorgulayıcı bakışları da bu kararımın ne kadar yerinde olduğunu doğruluyordu zaten.
33
O göstermelik cüretkârlığın altında, oynamakta olduğu ikiyüzlü geçmişi hissettim, nefis bir masumiyet, hatta bakire hayaleti; zamanı geldiğindeyse içinden söküp atmak için son derece iyi donatılmuş olduğumu hissettiğim bir hayalet.
30
Bunu biliyor olmalıydı, dolayısıyla benim çırpınmamı da istiyordu herhalde; ciddi ciddi çırpınmamı hem de, çünkü önüme koyduğu "tuhaf" kitaplar ve nesneler, Lily'nin kendisi ve şimdi de gece gelen mitik figürler, sezdirdikleri bütün o olağanüstülüklerle bir oltayı andırıyordu ve ben de bu oltaya gelmemiş gibi davranmayı beceremiyordum bir türlü.
28
Benden sadece birkaç santim kısaydı ve sanki şimdi utanmış gibi gözlerini benden kaçırıp denize çevirerek, yavaşça, küçük adımlarla, mahcup bir gölge halinde ilerledi.
27
İkimiz de ayak seslerini duyduk, daha önce çakıllığın oradan gelen hafif ayak seslerinin aynısıydı, sanki denizin içinden gelirmiş gibiydi.
26
Yeniden Alison'a dair erotik düşüncelere daldım; Atina'daki bir otel odasında geçireceğimiz müstehcen hafta sonundan alacağım zevki, eldeki kuşun çalıların arasında durandan daha değerli olduğunu ve nispeten daha iyi bir niyetle de, onun yalnızlığını, o bitmek tükenmek bilmeyen karmaşık yalnızlığını düşündüm.
25
Karanlıkta birinin, özellikle de “Lily”nin ortaya çıkmasını ve tüm bu olup biteni anlatmasını umarak öyle oturdum.
23
Neden bütün bunları düzenleme gereği duymuş, neden bu kadar tuhaf bir şekilde gerçekleştirmiş ve dahası neden tek seyirci olarak beni seçmişti, tam bir muammaydı.
21
İçtenliğin hesap edilerek yapılanı, kendiliğinden olanından çok farklıdır; onun nesnelliğinde fazladan bir ölümcül boyut vardı, ki bu da özbeöz kendi geçmiş halinin karşısında duran en yaşlı, en çok değişime uğramış adamın halinden çok, kahramanı önünde duran bir romancının haline benziyordu.
19
Bu bir satıcının, bir yandan sizi hararetle bir nesnenin yeni olduğuna ikna ederken, bir yandan da kasıtlı olarak bunun ikinci el olduğunu ortaya koymasına benziyordu.
16
Ölümü andıran bir sessizlik kaplamıştı evi, bir kafatrasının içiydi adeta; ama yıl 1953'tü, ateisttim ve hiç de öyle spiritüalizme, hortlaklara ve bunun gibi ıvır zıvır şeylere inanacak bir tip değildim.
14
Yaşlı adamın o gergin kararlılığı, sürekli yer değiştirişi, konudan konuya atlayışı, canlı canlı yürüyüşü, üstü kapalı cevapları ve şaşırtmacaları, ben yayından ayrılırken kollarını tuhaf tuhaf açışı - yani tüm o tavırları - olduğundan daha genç ve hayat dolu görünme isteğini ortaya koyuyordu ya da öyle düşündürtmek üzere sahnelenmişti.
11
Benden öncekilerin ikisi de bu görüşülemeyen adamla görüşmüş ve bu konuda konuşmak istememişlerdi.
10
Hemen bu villanın Mitford'un tartıştığı işbirlikçiye ait olduğunu tahmin ettim; ama orijinalinden Eliot ve Auden okuyacak kadar kültürlü ya da bunları okuyabilecek misafirleri olan birinden çok dalavereci, fare suratlı bir Yunan Laval'i gelmişti başta gözümün önüne.
9
Oraya tam bir sükûnet hakimdi: Ufak bir koyda gizli duran üç tane kulübe, çamların yeşillikleri arasında kaybolmuş ve azizler günü haricinde ıssız kalan bir kaç küçük kilise ve kıyısından köşesinden görünen ve her halü kârda boş duran bir villa.
8
Anakaradaki dağlar karla kaplıydı ve Hokusai'nin elinden çıkma o muhteşem beyaz doruklar, hırçın denizin tam karşısında batı ve kuzey yönünde dikiliyordu.
7
Biz İngiltere'de, doğal kır manzaramızdan geriye kalanla ve onun o yumuşacık kuzey ışığı ile sessiz sedasız, sakin ve evcimen bir ilişki süreriz; Yunanistan'da ise manzara ve ışık öyle güzel, öyle yoğun, öyle güçlü ve öyle vahşi ki, kurduğumuz ilişki de anında tutku dolu bir aşk-nefrete dönüşüyor.
6
Pencereye gittim ve hızla karşıdan karşıya geçişini izledim, soluk renkli paltosunu, paltosuyla hemen hemen aynı renkte olan saman rengi saçlarını, elini çantasına atışını ve burnunu silişini; ama bir an bile dönüp bakmadı.
5
Türlü sözler verdim: Yunanistan'a seyahatimi erteleyecek, işi geri çevirecektim - ve bunun gibi aslı astarı olmayan ve onun da aslı astarı olmadığını bildiği, ama nihayetinde sakinleştirici yerine geçen yüzlerce söz.
4
Ne zaman istersek o zaman konuşuyor, uyuyor, sevişiyor, dans ediyor ve yemek pişiriyorduk, sous les toits, pencerelerin dışındaki o renksiz Londra hayatından olduğu kadar zaman kavramından da uzaktık.
3
Üzerinde, buruş kırış olmuş ve kendini bırakmış beyaz bir yağmurluk vardı ve teni de ancak haftalarca kızgın güneşin altında kalmakla sağlanabilecek türden bir renge sahipti.
1
Yeni bir toprağa, yeni bir ırka, yeni bir dile; ve her ne kadar bunu o zaman bu şekilde ifade edemediysem de, yeni bir gizeme ihtiyacım vardı.
Subscribe to:
Posts (Atom)